Kaç Benliğim Vardır Benden İçeri
Facebook’un yeni çıktığı zamanlar. Yazı mecram defterlerimden ekrana taşınmış. Hünkâr’la oradan buradan Kavuklu Pişekar misali ya da Karagöz Hacivat -Watson Sherlock da olur- atışıyoruz; diziler, gündem artık o günün nasibinde ne varsa. Eğlenirken düşünüyoruz. İlişkiler, insanlar, toplumsal hayat, siyaset… İnşaat sektörü de nasibini alıyor cümlelerimizden sair sektörlerin, oluşumların, insanların yanı sıra tabii. O dönem şaha kalkmış çünkü sektör; yeşil alandı, afet toplanma merkeziydi hak getire her yer inşaat, her yer hafriyat. En gıcık olduğumuz lameli doreli elli bin milyon katlı binalar diken müteahhit. Tavşan dağa küsmüş dağ zerre miskal alakadar olmamış misali bizim yazdığımız birkaç karakterli tivitten ne olacak gerçi ama karınca misali safımız bilinsin hesabındayız. Bir gün yine evin bahçesindeyim, yazdım satirik bir gönderme basacağım entıra, şöyle göğe doğru bakasım geldi. Aaa ne göreyim, bizim apartman da on küsur katlı değil miymiş? Bak sen. (Biliyorum biliyorum, bizim bina miktarımızdan büyük yeşil alanımız var bıla bıla. Öyle ya da böyle zamanının en yüksek binalarından mı, evet. Şimdikilerin önünü açmada pay sahibi mi, belki, evet. Başka sorum yok sayın hâkim.) O günden sonra birinde, bir şeyde gördüğüm yanlışı (neye, kime göre) dile getireceğim (Evet yeni nesil iletişimin temel mottosu yaftala, yargıla, yay; hepimiz bu hakkı haiziz bittabi. Gördün mü bir ayıp, yakaladın mı bir açık; vur yüzüne “hani” ile başlayan cümlelerle, ez acımasızca, rezil et insan içine çıkamaz hale getir. Hatasını anlamış, pişmanlığı içinde tavan yapmışsa n’olmuş, vermeyecekti bu kozu biz dosdoğru insanların eline. Tövbesini etmiş, kendini o günahtan temize çekmiş, Allah’la arasını düzeltmiş; ne gam. Devir ‘patlat bir ifşa’ devri. Kusur mu kalayım ben de yani aşk olsun.) bir duruyorum. “Ya bende de varsa.” Hep aşırı empatikliğimden şikâyet eder yakınım yörem, bununla ilgili magnet almışlıkları (‘bazen fazla umursuyorum’ durur mutfakta, davlumbazın üstünde, kimileyin ters döner, mıknatısı yerinden oynadığında) “yeter artık ‘aşırı empatiden gitti’ yazdıracaksın mezar taşına, yapma böyle” demişlikleri vardır ama bu soru başka. Kâğıtlı, manşetli gazeteler zamanında, elimde tuta tuta okuduğum köşe yazısından öğrendiğim “Sınanmadığın günahın masumu sanma kendini.” * satırları ile içimde iyice pekişen “onun yerinde ben de olabilirdim” kalıbının bir değişiği. Tabii pek çok pencere daha açıyor, bu “ya bende de varsa”:
“Bende neler var. Ben kimim. Nelerden, kimlerden müteşekkilim. Siretim nasıl, suretim nasıl, aynı mı, buna imkân var mı, olmalı mı.” Buradan da
“Beni benden sorman, ben ben değilim
Bir ben vardır bende benden içerû
Süleyman kuş dili bilir dediler
Süleyman var Süleyman’dan içerû” diyerek bizim Yunus’a bağlanabiliriz pek tabii ki ve tam da konunun odak noktasına parmak basarız. Bu, zahirdeki bir kafa, bir üst bir de alt gövdeden ibaret olan bu ben kaç tane ben saklıyor içeride ya da kaç tane farklı benle zuhur ediyor insan içinde. Şimdi de Jung ve persona dersek demin basılan parmak mühür vurur mezkûr odağa haddizatında.
Jung psişeyi (insan zihninin, bilincinin ve bilinç dışının tamamı) dört arketipte (İlk örnek, asıl numune. Kelime anlamıyla kalıp, şablon, ilktip şeklinde ifade edilen arketipler gerçekte insan kültürünü oluşturan yapıtaşları.) değerlendiriyor.
Birincisi ben, ikincisi persona, üçüncüsü gölge, dördüncüsü de anima animus arketipleri. Birinci ve dördüncü değil de ikinci ve üçüncü benim daha ziyade üzerinde konuşmak, fikir teatisinde bulunmak istediğim. Persona dış dünya ile ilişkilerde uyum sağlaması ya da başa çıkabilmesi için kişinin -toplumsal beklentiler doğrultusunda- takındığı ve toplumun kişiyi buna göre değerlendirdiği koruyucu bir yüz olarak tanımlanıyor. Yani toplumamaske yani başkalarına gösterdiğimiz biz. Sunuş biçimimiz. Gölge arketipiyse içimizdeki engellediğimiz her şeyi yapmak isteyen kişinin gizli veya bilinçdışı yönü. (Nefs diyebiliz sanki mi acaba, sanmam.) “Bir ben vardır bende benden içeri” Kaç ben taşır insan içeride ve kaç maskesi vardır bu benlere dışarı çıkarken giydirdiği. Bir ilişkide bakarsın melek, diğerinde olmuş ejderha. Kontrollü olduklarının (kaybetmekten korktuklarının) yanındaki kişi başka, nasıl olsa var bellediklerinin yanında bambaşka. (El iyisi denirmiş bu halin uçlarında gezenlere. Değinmeden geçemedim.) Arınsa insan bütün maskelerinden, personası, gölgesi; neyse o öylece arzı endam etse otuz iki kısım tekmili birden n’olur ki. Maskesiz çıkılmaz mı? Hangi arkeye ne zaman giy-dir-ilen maske makbuldür de hangisi sahte. Korur mu insanı, yapaylaştırır mı yoksa. A’mak-ı ervahtan sökülüp gelen, sordukça çoğalan ve mutlak bir cevabı olmayan -bende yani- sorular. Bulursanız bana da deyiverin. Bulmasanız, üzerinde iki satır düşünürseniz de deyiverin. Birlikte bakalım yine bakalım hep bakalım. Eşelim, güzelleşelim.
Satırlarıma son verirken hepimize
“Tak etti canıma bu maskeli balo
Bu maskeli balo
Ve onun sahte yüzleri” şarkı/şiirini armağan ediyorum.
Oldu.
İyi günler.
Edit: Telif detaylarını bilmediğimden şarkının videosunu eklemedim buraya. Açarsanız, benim yerime de dinleyin emi.
* http://www.radikal.com.tr/yazarlar/eyup-can/sinanmadigin-gunahin-masumu-degilsin-1157027/
Behiye Hünkâr Malkoç
Kasım 2021, İstanbul